Bir vakitler Deniz Kızı Eftalya’lar, Safiye Ayla’lar, Hamiyet Yüceses ve Müzeyyen Senar’lardı devirlerinin ses kraliçeleri. Hepsi de müziğimize yeni bir tarz getirmişler, yeni bir çığır açmışlardı. Bugün de iki isim çıktı: Esin Afşar ve Hümeyra. Şimdi onların da plakları kapışılıyor, isimleri radyolarda sık sık geçiyor. Ama ikisi de ne kendilerinden önce gelenlere, ne de halen aynı meslekte çalışanlara benziyor.
ESİN AFŞAR:
Doğum yılı, yeri ve kimliği: 14 Eylül 1944, Barri (İtalya). Eski hariciyecilerden Sinanoğlu’nun kızı. Bildiği yabancı dil: İngilizce, İtalyanca. Göz ve saç rengi: Gözleri yeşil, saçları sarı. Boy ve kilo: 1.70, 57 kilo. Medeni durumu: D.T. aktörlerinden Kerim Afşar ile evli. Bir kızı var.
1— SORU: Neden tiyatrodan şarkıcılığa geçtiniz?
1— CEVAP: Ben müzikten tiyatroya gitmiştim. Ankara Devlet Tiyatrosu Piyano ve Şan Bölümü mezunuyum. Önce orkestrada çalışıyordum. Bir gün Muhsin Ertuğrul bana “Dünkü Çocuk” ta küçük bir rol verdi ve beni kendi deyimiyle, sahnenin altından aldı, üstüne çıkardı. Arkasından da aynı oyunun başrolünü oynadım. Anlayacağınız şimdi başlangıç noktama dönmüş oluyorum.
2— SORU: Söylediğiniz şarkılara göre sizi hangi türe sokabiliriz?
2— CEVAP: Türk halk ozanlarından alınmış şarkıları aynen alıp Batı enstrümanları eşliğinde söylüyorum. Bu yüzden halk şarkıcısı sayılabilirim.
3— SORU: Neden bu türü seçtiniz?
3— CEVAP: Şimdi bir furya halini alan aranjman veya yabancı bir dilde şarkı söylemek istemediğim için. Yurt dışına da gidince bu, tereciye tere satmak olacaktı. Türk Müziği dediğimiz alaturka şarkılar ise bizim gerçek bünyemizden çıkmamıştır. Bizim olan eserler Yunusların, Karacaoğlanların, Âşık Veysellerin eserleridir. Üstelik içlerinden bazıları, bünyelerinde hiç bir değişiklik yapmadan çok sesli müziğe de uyuyor. Başka bir sebep de Batılı sanatçıların kendi folk şarkılarını tanıtmaları gibi, ben de bizimkilerin onlardan aşağı olmadığını ispat etmek istedim.
4— SORU: Sanat hayatınızda sizi en çok üzen nedir?
4— CEVAP: İkide bir eşim Kerim Afşar’dan ayrılacağım hakkında çıkarılan söylentiler. Biz karı koca anlaşarak bu işe başladık. Bazen birbirimizden ayrı yerlerde olacağımızı da biliyorduk. Neden benim sanat değerimle değil de özel hayatımla ilgilenirler? Bizim bir kızımız var. Henüz sekiz yaşındaki bir çocuğa her gün okul arkadaşlarının “Annenle baban boşanıyorlar mış, değil mi?” diye sual sormasının acılığını tahayyül edin. Ayıptır bunlar.
5— SORU: Siz ününüzü Türk halk müziğinden örnekler alarak onları mahallî şivelerle söyleyerek yaptınız. Aynı zamanda Batıya ait Apaçi modasına uygun bir kıyafetle sahneye çıktınız. Bunu nasıl açıklarsınız?
5— CEVAP: Ben ilk defa başıma o eşarbı takıp sahneye çıktığım zaman şarkısını söylediğim Anadolu kadınının çatkısından ilham almıştım, Apaçi modasından değil.
6— SORU: Konserlerinizde halk huzurunda heyecanlanır mısınız?
6— CEVAP: Hayır, bende tiyatronun verdiği bir rahatlık ve huzur vardır.
7— SORU: Türk dinleyicisi hakkında ki fikriniz nedir?
7— CEVAP: Neden benim sahnede veya kulüpte hareketsiz ve kapalı elbiselerle şarkı söylememe hâlâ alışamadıklarına şaşıyorum. Ben şarkı söylüyorum, vücut teşhir etmiyorum.
8— SORU: Kazandığınız ödüller ve sizdeki etkileri?
8— CEVAP: 1969’da sırasıyle “Ankara Müzik Festivali”, “Dario Moreno Ödülü”, “Diplomatik Sanatçı” ve nihayet Türk Kadınlar Birliği’nin verdiği “Yılın Kadını ödülü” nü kazandım. Hepsinin benim için değeri büyüktür. Yalnız nedense mayısta kazandığım Moreno ödülüne başlangıçta kimse bir şey demedi de ekimde armağanı almak için Paris’e gidince tepkiler doğdu.
9— SORU: Birçok televizyon programınız oldu; bunlar nerelerdeydi?
9— CEVAP: Paris, Budapeşte, Ankara ve İstanbul televizyonlarında show yaptım. Bunlar arasında bilhassa Paris’ te Dario Moreno ödülü’nü aldıktan sonra Jacques Brel ile “Midi Magazine” isimli programa davet edilmiştim. Programın özelliği Fransızcadan başka dilin kullanılmamasıydı. Benden de Fransızca şarkı söylemem istendi. Ben ödülü “Yoh Yoh” ile kazanmıştım. Fransızca bildiğim halde, bilmiyorum dedim; ve, Türkçe söylemekte ısrar ettim.
10— SORU: Sanat hayatınızın unutamadığınız olayı nedir?
10— CEVAP: Diplomatik sanatçı olarak Macaristan’a gitmiştim. Devlet Başkanı Bay Kalâi’nin huzurunda söylüyordum. Sonunda bir jest olsun diye “Hojillka Rojefa” isimli bir Macar şarkısını Macarca söyledim. Bu, bir düetti. Erkek sesini “la, la” diye geçiştiriyordum. Birden Başkan kalktı, yanıma geldi ve erkek seslerini benimle söylemeye başladı. Bu, gecenin sürprizi olmuştu.
11— SORU: özel meraklarınız ve sahneyle İlgili bir alışkanlığınız var mı?
11— CEVAP: Yüzük toplarım. Her gittiğim ülkeden aldığım yüzüklerle sayıları 83’e yükseldi. Sahne konusundaki alışkanlığıma gelince, tahtaya vurmadan adımımı atmam. Bu huy bana hocam Cari Ebert’ten geçti. “Dünkü Çocuk” ta başrole çıktığım ilk gece tahtaya vurup beni sahneye itmişti.
—
Doğum Yılı, Yeri ve Kimliği: 15 Ekim 1947, Ankara. Ankara Üniversitesi, Hukuk Fakültesi eski dekanı Prof. Muvaffak Akbay’ın kızı. Bildiği Yabancı Dil: İngilizce ve biraz Fransızca. Göz ve saç rengi: Kahverengi, saçları kumral. Boy ve Kilo: 1.64 , 50 kilo. Medenî durumu: Boşanmış.
HÜMEYRA:
1— SORU: Şarkıcılığa nasıl başladınız?
1— CEVAP: Bir tesadüf oldu. Londra’ da “London School of Art” da resim tahsili yapıyordum. Bu sırada okulda herkes gitar çalıyordu. Ben de heveslendim ve başladım. Fakat okulu tamamlayamadan yurda döndüm. İstanbul’a geldiğim zaman plak kapakları çizmeye başlamıştım. İşte o sıralarda şarkı da söyleyebileceğim anlaşıldı, önce bir plak yaptım, tuttu. Bu, başlangıçtı.
2— SORU: Plaklarınıza bakarak size türkücü ve halk şarkıcısı denir mi?
2— CEVAP: Ben türkücü değilim. Türkücü, halk ozanlarının eserlerini saz eşliğinde söyleyen kişiye denir. Bense tamamen Batı enstrümanları kullanıyorum. Bana halk veya folk şarkıcısı da denmez. Bizde bu tip şarkıcı Esin Afşar’dır. O, bir eseri alıyor, orijinali neyse onu aynen gitar eşliğinde söylüyor. Benimse kendime özgü bir türüm var. Üstelik ben bestemi kendim yapıyorum ve gitar eşliğinde söylüyorum.
3— SORU: ilk plağınızdaki Âşık Veysel’in “Olmasa” ve Karacaoğlan’ın “ölüm” isimli eserlerini halk tuttu. Her ikisi de, bizim halk ozanımızdır, Esin Afşar da aynı ozanların eserlerini söylediğine ve Batı enstrümanları kullandığına göre pek fark kalmıyor.
3— CEVAP: Ben önce Âşık Veysel ve Karacaoğlan’dan söyledim, fakat sonraki “Kördüğüm” genç bir ozan olan Emirhanoğlu’na aittir. Üstelik bestesini ben yaptım. Esin Hanım beste yapmaz, yapılanı söyler. Ayrıca benim kendime göre bir aranjman yapma usulüm var. Bana halk şarkıcısı denilemez. Esin Hanımla müşterek yönümüz ikimizin de kadın olmamız ve gitar çalmamızdır.
4— SORU: Müziğe ek olarak başka bir sanat kolu ile ilişkiniz var mı?
4— CEVAP: Grafik resim yapıyorum. Şimdi bir plak şirketi kurdum. Bir yandan da plak kapaklarını hazırlıyorum.
5— SORU: Sizin müzik türünüze dışarıdan bir örnek verebilir misiniz?
5— CEVAP: Kendimi dışarıda hiç kimseyle kıyaslamak istemem. Ancak: “Brezilyalı şarkıcı Joa Gilberto kendi bestelediği şarkıları gitarıyle söyler.
6— SORU: Şimdiye kadar hiç konser vermediniz. Gece kulüplerinde de söylemiyorsunuz. Neden?
6— CEVAP: Konser vermedim, gece kulüplerinden de teklif aldığım halde kabul etmiyorum. Çünkü evvelâ halk hu
zurunda şarkı söyleyebileceğime inanmam lâzım. Henüz yeterli bulmuyorum kendimi. Üstelik çok heyecanlıyım.
7— SORU: ileride bir konseriniz olursa neler yapmayı düşünürsünüz? Bilhassa kıyafet yönünden?
7— CEVAP: Her halde sahneye çok sevdiğim pantolon ve bulüzle çıkarım. Bence bir müzikçi sahneye müzik yapmak için çıkmalıdır. Kırıtıp vücudunu teşhir etmeye değil. Meselâ Edith Piaf’ı alalım. Çirkin ve kısa boylu bir kadındır. Yıllardır aynı siyah elbiseyle sahneye gelir, ortasında kazık gibi durur ve şarkı söyler. Kimse onun görünüşüyle ilgili değildir, bu yüzden bütün dünya ona tapar. Esin Afşar için de “sahnede kazık gibi duruyor” diyorlar. Kız oraya sanatını göstermeye çıkıyor, kendisini teşhire değil. Eğer ileride bir konserim olursa o vakit ben de ikinci bir kazık olacağımı sanıyorum.
8— SORU: Televizyona çıkmıştınız. Kamera karşısında ne hissettiniz?
8— CEVAP: ilk defa Ankara televizyonunda bir programım oldu. Kocaman kameraları karşımda görünce ellerim buz kesildi. Hiç çalamadığımı sandım.
9— SORU: Türk dinleyicisinin beğendiğiniz yönleri nelerdir?
9— CEVAP: Bence Türk dinleyicisi haddinden fazla iyi. Yalnız onun bu iyiliği sanat için zararlı. Çünkü iyi kötü kendisine ne verilirse dinliyor. Beğenmediğine bir tepki göstermiyor. Oysa Batıda adam konsere giderken cebine çürük yumurta alır. Eğer sanatçı başarısız olursa, yumurtayı kafasına atmaktan çekinmez. Yuhalar. Charles Aznavour bile ilk konserlerinden birinde yuhalanmıştı. Bence Türk seyircisi biraz zalim olsa mikrofonu tutmasını bilmeyen pek çok hanım şarkıcı olamaz.
10— SORU: Yeni bestenizi ne zaman tamamlayacaksınız?
10— CEVAP: Herkese aynı cevabı veriyorum. Beste yapmak yumurtalı ıspanak pişirmeye benzemez. İlham ister.
11—SORU: Sanatınızla ilgili unutamadığınız bir olay var mıdır? 11— CEVAP: Gitarımla ilgili anım, başlangıç devresine ve Londra’ya ait. Orada bazen arkadaşlarla, bilhassa Noel’ den önce gitar çalarak kapı kapı dolaşır, demekler için yardım toplardık. Orada böyle sanatçı gençlere yardım edilirken oldukça cömert davranılır. Hatta bir keresinde topladığımız paranın miktarı beni çok şaşırtmıştı.