Bir şarkı bazen
“(…) öyle insafsız ki küçük bir boşluğundan yakalar
Hissettirmez en zayıf anında
Seni ta yüreğinden yaralar” (*)
Geçirdiğimiz bilhassa son 10 yıla ilişkin esaslı bir kavrayışın ancak, kendilik teknikleri açısından “aşkın siyaseti ya da aşk politikaları” içinden süzülen bir analizle mümkün olabileceğini iddia etmek yanlış olmaz. Yapay uhrevilik iddialarının karşısına kendiliği, hakikati, adaleti hayatın içinde kan, ter, gözyaşı ve aşkla, cinsellikle dünyevi dinamiklerle kurmayı koymak gerekir. Öyle pek orijinal bir öneri de değil bu. Epikür, Platon, Mevlana, Schopenhauer, Foucault, Butler, Irigaray ve kapı gibi niceleri aşk, cinsellik, keder ve neşenin, hülasa bedenle ve duygularla dünyada oluşun, varoluşun kendisiyle ilişkisi üzerine aşılması güç belirlemeler yaptılar. Özcüsü, varoluşçusu, mistiki, Kıtacısı, Antiki, feministi, düşünmedik fikir, söylenmedik söz bırakmadı.
Yani bugüne ait savaşlar, kırımlar, işgaller, başlangıçlar ve bitişler üzerine “aşkın siyaseti” içinden konuşmak teklifi aslında ancak mütevazı bir esinlenişle basit bir tekrara çağrı olacaktır.
Ancak şimdinin “yozlaştırıcı” karakteri, o muhteşem “düşünme” eylemini, “ideoloji” büyüsünü, “idea”nın yaşam kaynağını öylesine gündelik ve günlük olanın dışına itti, öylesine yüceltti, hayat ve düşünme arasına öyle büyük bariyerler koydu ki; aşkın ve acının, varoluşun ve bilincin kendisi, “kendimizle” birlikte toprağın altına gömüldü. Basit ve karmaşık olan, gündelik ve düşünsel olan birbirinden bu kadar ayrılmamalı, birbirlerine gece ve gündüz kadar yabancı olmamalıydılar.
Bu mutlak mesafe, bilgi ve bilgisizlik, deneyim ve boşluk arasındaki bu derin kopukluk “kısa kesitler”, “gram” imajları, sabırsızlık olarak geri döndü.
“Zamanın ruhu”
Şimdi hayatlar sosyal medyada “manifest”ler, “olumlamalar”, “pozitifi çağırmalar” ve “negatifi kovmalar” ez cümle “ev yapımı şeytan taşlamalar”la geçiyor. Ölümü ve öldürmeyi “x” “tiktok” dolayımıyla sanki yaşar gibi olmaktan yani sanki ölüp ölüp dirilmekten, temaşa etmeye hal kalmıyor.
Oysa çok yakın bir geçmişe kadar “zamanın ruhu” (zeitgeist) bir bakıma 70’lerden beri “popüler kültür”ün de hatırı sayılır bir yer kapladığı bir ruh hali (état d’âme) inşâsını imliyordu. Dönemin yozlaştırıcı, tahkir edici karakteri “popüler alanın” anlamı ve işlevini sakatlamış görünüyor.
Rock müzik, punk, hip hop, -öncelikle müzikli dünya- ve sonra başka şeyler kendilik tekniklerinin bir parçası olarak, örneğin aşkın önce duygusuna, haresine sonra da belki düşüncesine bilinci iletecek araç gereci içinde saklayan o alanın ta kendisi olarak zuhur ediyordu. Düşünce “bazen bir şarkı”dan zihinlere giriyordu. Şimdilerde olmadığı bir tarzla. Şimdi ya beyin yıkanıyor ya beyin tokatlanıyor malum!
Biraz uzadı ama geldim Redd’in “Kadın” albümünün ilk teklisi “Biliyorsun”a… Redd 20 yıldır kendi şarkılarını yazıp çalan bir grup olarak; bugünden geleceğe Türkiye Rock alemine nadide katkılarda bulundu. Kendilerinin Rock müziğin “arabeskleşmesi” diye tarif ettikleri eğilime kuvvetle itiraz ettiler. Arabeske hüküm giydirmek için değil, müzikal olarak “Batı” hatta daha da belirtik olarak “Brit” tavrı, geleneği korumayı müzikleri ve genel olarak müzik açısından moral standart olarak gördüklerinden. Kurulu müzik endüstrisi düzeni ve kurulu politik düzenle tartışmayı sürdürdükleri için dönem dönem çileli hale gelse de şarkı yapmaya, konserler vermeye devam ettiler. Sebat ettiler yani. Kendilerine layık görmedikleri bir müziği maddi ya da manevi bir çıkar için başkasına reva görmediler. Olgunlaşma çağında, en son olarak, bir ikinci “cover” “Biliyorsun”la arz-ı endam ettiler. Şarkıyı çok güzel düzenlemişler, solistleri çok güzel söylemiş. Bu bir kenarda dursun. Söylenmemiş olmasın.
Bir yeniden yorumlamadan fazlası
Ancak Redd’in “Biliyorsun”unun getirdiği geniş yankı, çekiciliği, işini bilen müzisyenler ve iyi bir vokaldan fazlasını, politik bir jesti görmeyi gerektiriyor.
Redd, güzel bir şarkıyı güzel söyleyerek, toplumsal olanda yerini başka bir şeyin dolduramayacağı “popüler kültür” parkurunun kıvrıla kıvrıla o muhteşem düşünme pratiğine varma kapasitesini akla getiren hatırasını mırıldanıyor. Güzel şarkıların hakettiklerinden daha fazla anlamlar üstlenmeleri, o daha fazla anlamları bilincin düşünceye taşıması, düşünmenin yorucu mesaisi, ve bu döngünün geçmişte güzel bir hatırayı değil, geleceğin geçmişe katlanmasını imlemesi gibi bir şey. Aşağı yukarı böyle bir şey. Bazen bir şarkı…
A. Nilüfer Zengin Kürkçü
Yazının orjinali: bianet.org